SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ŞÜKRAN VE ANMA MEKANI
BUĞDAYDA
Bu tasarım, yaşama kaynaklık eden iki olguyu birbiriyle ilişkilendiren bir zemin yaratmayı dener. İnsanoğlunun yaşama dair kutsal saydığı ‘can veren toprak’ gibi anlamları içeren buğday tarlalarında, yaşamın sürdürülmesini yine aynı saflık ve üretkenlikle destekleyen sağlık çalışanlarını anmak amaçlanmıştır. Bu anma halinin bu zeminde, yaşam vermeye dair bazı ritüellerle olması ve kentin kayıp nehri İncesu deresinin üzerine oluşturulan yapısal içerik boyunca kurulması planlanmıştır.
Bu kapsamda tasarım insanoğlunun doğayla yaptığı yıkıcı müdahalesini ve bunun yaşadığımız türden sonuçlarını kavrayabilmesini öncelikle amaçlar. Böylece tıpkı doğa gibi hayat vermenin ve hayat veren her şeyin anlamının kavranması hedeflenmiştir. Doğaya rağmen değil doğayla birlikte var olmanın ve doğanın nasıl hayat verdiğini anlamanın bugün yaşadığımız her türden ortamda ve olumsuzluk içeren her olayda, insanın da bir şeylere hayat verebileceğinin ve bu sayede dünyanın olumlu biçimde farklılaşabileceğinin farkında olması bu tasarımın ana hedefidir. Tıpkı doğa gibi sağlık çalışanları da insana hayat vermenin uğraşındalar ve bu uğurda canlarını verdiler. Doğanın hayat verdiği buğdayı anlamak bizim yıkıcı eylemlerimiz yerine, tıpkı doğa gibi hayat veren ve doğaya rağmen değil doğayla birlikte olmaya çalışmanın, bu dünyada bir şeyi canlı tutmanın anlamını fark etmemizi sağlayabilir. Buğdayın yaşam döngüsü içinde onu yaşamda tutmak üzere bir eylemle insanı konumlandırmak tam da bu noktada yaşama tutunmak için mücadele verenleri ve çabalarını iyi kavramayı sağlayacaktır.
Bu nedenle bu tasarım kentlileri sağlık çalışanları gibi yaşama olanak tanımaya, bir şeyin yaşamasına tanıklık etmeye, bir şeyin hayatta kalması için çaba göstermeye davet ediyor. Hep orada olan ama hiç göremediğimiz; varlığını bildiğimiz buğdayın bize güven veren zihnimize kodlanmış içeriği; toprağa düşüp yeniden doğmak üzere yok olması ve güçlenip, çoğalıp yeniden var olmasını, “mümkün bir varlık” halini, büyük bir iyilik ve varoluş döngüsü olarak anlamaya çağırıyor, tıpkı sağlık çalışanları gibi. Sağlık çalışanlarının varlıklarını anlamak ve mücadelelerini kavramak sonuçta onlara duyduğumuz büyük güveni yeniden hatırlamak ve onlar gibi yaşamda hayat veren bir kaynağa dönüşmek bu salgın günlerinde hepimiz insanlığımızı hatırlaması bunu temsil eden buğday ve su gibi unsurların nasıl işlendiği ile eşdeğerdir. Bu çerçevede bu tasarım önerdiği yapısal ve mekansal içerikler bağlamında buğday üzerinden bir ritüel tanımlamıştır.
Tasarımda ritüeli kuracak olan şey öngörülen eylemlerdir ve eylemler anma mekanının anlamı da olacaktır. Bu eylemler, kentlilerin hep beraber her yıl ekim ayında tarlalara buğday ekmeleri ve haziran ayında hasat yapmaları olarak düşünülmüştür. Bu tasarımın önerdiği ritüel sonuçta hasadı yapılan buğdaylardan ekmek üretilmesi ve “bir lokma ekmeğin” yenilmesini içerir. Her buğday ekimi, her hasat ve hep birlikte yenilen ekmekler, zor şartların ve bu zor şartlarda bizleri yaşama bağlayan en temel ve insani duygularımızın; insan olduğumuzun ve her şeyi doğaya karşı değil doğayla birlikte yaptığımızın hatırlatıcısı olacaktır. İnsan olarak, bizlerin de yaşamla beraber var olduğumuzun farkına varmak, aynı zamanda bir şeyi hayatta tutmanın anlamının kavranmasını da sağlayacaktır. Sağlık çalışanları gibi hayat vermeye ve hayatı korumaya yönelik mücadelenin kavranmasıyla, anma mekanı hem zihinsel hem de mekansal/yapısal öz ve yalın ifadesini bulacaktır.
Böylece, bu tasarım bir anıtın oluşturulması üzerine mekânsal denemesini anılar ve onları oluşturacak ritüeller üzerinden kurarken anmayı oluşturacak şeyleri kısa sürede veya tek deneyimde tüketilebilecek görüntülerden değil, yer ve zaman üzerine kurulu anılardan üretmeye girişir.
Anma mekanı oluşturmanın yalnızca imgeler ve semboller üzerine kurulu birincil anlamları dışında, anıların eylemlerle bağlantılı kalıcılığını sağlayacaktır. Bu nedenle, anma mekanı tasarım alanı içinde belirli tek bir odak olarak sunulmaz; parçalardan ve eylemler ve ritüeller öneren içerikler üzerine kurulur. Bir anma mekanının figüratif, imgesel ve anmayı oluşturan sembolik nitelikleri yerine, bizimde yaşama katkı yapabileceğimizin veya kaynağı olabileceğimizin hatırlanılması ile başlayacak duygusal eşiğin aşılması sonrasında alanın bütününe yayılmış farklı eylem ve etkileşim biçimlerinin deneyimlenmesi ile çözümlenecektir. Sonuç olarak bu tasarım, anma mekanını, temel insani duygular ile kentlilerin çoklu etkileşim hallerine olanak tanıyan kamusal mekan çözümlemesi olarak sunar.
İNCESU
Bu tasarım anma mekanını alanın tümü üzerine kurulan farklı tasarım parçaları ve bunların birbiriyle kurduğu ilişkiler ağı/sürekliliği üzerine kurar. bu ağın odağında buğday ve buğday tarlaları vardır. Buğdayın ekim ve hasat edilmesi arasında geçen yıllık varoluş döngüsü üzerine oluştural ritüellere ek olarak bu tasarım kentin kayıp nehri İncesu deresini de kentin güncemine sokar ve sağlık çalışanları anma mekanın asal tasarım bileşenlerinden biri haline getirir. İncesu deresinin tasarım alanından geçiş güzergahı üzerinde bir konstrüksiyon tasarlanmıştır. Bu konstrüksiyon İncesu Deresine yönelik bir soyutlama olarak tasarım alanında buğday tarlalarının arasında ilerler. Böylece buğday gibi su da yaşama kaynaklık eden bir yapı olarak tasarım alanında varlık bulur.
İnsani olarak duygusal kökenlerimizden koptuğumuz ve dünyaya olan bağlılığımızı göstermek durumunda olduğumuz bugünlerde, salgın hastalık felaketinde yaşamlarını kaybeden sağlık çalışanlarının unutulmaması sağlanmaya çalışılır. Buğday ve İncesu dersine ait soyutlamalar öze dönüşün simgeleridir. Öze dönüş üzerine kurulu bu tasarımın önerdiği asal tasarım bileşenleri, anma mekanının zihinsel ve maddesel kurucusudur.
TASARIMI OLUŞTURAN PARÇALAR
1. Buğday tarlaları
Buğday ekiminin doğa ile mücadelemizin ve onu dönüştürmeye yönelik çabalarımızın başlangıcı olduğunu söylemek mümkündür. Yerleşik düzene geçmek ve bir bağlam üretmenin ilk aşamaları buğdayın ekilip biçilebilir hale gelmesiyle başlamıştır. Dolayısıyla buğdayı, insanoğlunun kendi için ürettiği ve üretim döngüsüne göre hayatına biçim verdiği bir ürün olarak görmek mümkündür. Çevreye ve gerekliliklere göre biçim alan aklımızın anlayıp kavrayabilme ve bilinçle bir şeyleri üretebilme yeteneği sayesinde buğday gibi bir çok şeyi dönüştürerek bir medeniyet kurduk. Buğday tarlaları bugün geldiğimiz noktada her şeyin teknolojik ve ekonomik bir değerliliği üzerinden veya bunlarla ilişkileri üzerinden ölçüldüğü güncel dünyada basit ve yalın bir dönüşümü bize hatırlatmak içindir. İnsanoğlu olarak her şeyi kendimize hizmet eder hale getirmenin sonuçları ile çevrenin bir parçası olarak yaşamanın arasında geçen zamanın teknoloji tanımı ile inceldiği çizgisel zamanda buğday tarlaları başlangıcı veya kökeni temsil eder. Böylece bugün yaşadığımız zamanın algısını ve getirilerini kavramanın zihinsel temizliği olarak değerlendirilmiştir. Yaşamın ve insanlığımızın kökenini, hayatın bağlamını ve zamanını yeniden anlamanın arayüzü olarak buğday tarlaları sonuçta oluşacak anma mekanın yalın arka planıdırlar. Bu arkaplan bu tasarımın temelini oluşturan ritüeller ile zamana ve eylemlere bir kaynak oluşturur.
2. İncesu deresinin temsili veya kolonlar
Kentin kayıp nehri olan İncesu, taşkın ve kentleşme nedeniyle zemin altına alınmış ve kentin bir çeşit kanalizasyonu haline getirilmiştir. Akarsu yatağı ve çevresi de yapılaşmaya açılmıştır. Bu dönüşüm ve yapılaşma kentin kamusal mekanların üzerinin de örtülmesi olarak görülebilir. İncesu deresinin kentsel bir donatı olarak kentin güncelik hayatına mekânsal olarak katılmamış olması kentlileri için bir kayıp olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede İncesu deresi, bu tasarımda mekansal olarak temsil edilebilir bir nitelikte, kolonlar aracılığıyla yeniden gün yüzüne çıkarılmıştır. Buğday tarlalarının arasından İncesu deresinin yer altındaki izi üzerinde sabit ve hareketli kolonlar tasarlanarak konumlandırılmıştır. Bu kolonların İncesu deresinin izini planda takip etmeleri sayesinde deresinin temsili olarak kentin hayatında yeniden yer bulması ve kolonların oluşturduğu yoğunluk farklılıkları ile hacim kentsel olarak kamusal özellikte bir güzergahın oluşturması hedeflenmiştir. Önerilen bu güzergah derenin yapısal soyutlaması olarak onun yeniden var edilmesi olarak görülebilir. Derenin yeniden üretiminin yapısal karşılığı olan sabir ve hareketli kolonlar içlerinde/etraflarında eylemlere olanak tanırken anı zamanda anma mekanlarını birbirine bağlarlar. Bir mekana dönüşme niyetinde olmayan fakat oluşan yoğunluk farklının orada olma hallerinin etrafını kapladığı ve muğlak sınırlar üreten bir yapısallık sunarlar.
Bu önerilen güzergahta sabit kolonlar yanında, bu tasarımda, anma mekanının tasarım özelliklerinden biri olarak görülen hareketli kolonlar tasarlanmıştır. Hareketli kolonlar incesu deresinin kanal sürekliliğine saplanan ve kanalın içinden geçen suyun hareket ettirdiği bir mekanizma sayesinde hareket eden yapısal ve tekil parçalardırlar. Önerilen nitelikleri sayesinde zemin altındaki suyun akışkanlığının yeryüzünden hissedilmesini sağlamaları için tasarlanmışlardır. Bu akışkanlık kolonların yer altından geçen suyun debisine bağlı olarak kazandığı hareket özelliği sayesinde anma mekanında sürekli bir hareket varlık bulur.
3. Bir akış ve hacim üretimi olarak güzergah ve kentte eklenen yeni bir katman olarak yaya köprüsü
Bu tasarım İncesu deresinin alan içinde geçtiği kanal boyunca bir tasarım unsuru olarak sabit ve hareketli kolonlarından önerir. Tasarım alanını doğu batı yönünde bir süreklilik halinde geçen İncesu ile ilişkili kolonların kuzey-güney yönüne buğday tarlaları konumlandırılmıştır. etrafı buğday tarlası olan ve alanın tümünde bir süreklilik barındıran kolonlar bu tasarımın kentsel, mimari ve eylemlere yönelik tasarım probleminin çözümlendiği ve anmaya yönelik anlamın oluştuğu bir aralık/eşik alan niteliğindedir. Bu aralık sürekliliğinde buğday tarlaları yeryüzü ekseninde/yatayda bir yalınlaşma veya zihinsel temizlik sağlarken kolonlar doğrudan gökyüzüne/düşeyde bir sadeleşme sağlarlar. Kolonların kurduğu düşey hacimsel süreklilik, bir aralık veya eşik olarak, kentten ayrışmanın/kopmanın veya ondan farklılaşmanın ve zihinsel olarak kendi içimize dönmenin yapısal aracıdır. Aynı zamanda sabit ve hareketli kolonların olduğu ve etrafı buğday tarlaları ile çevrili bu aralık kentin zamanın da nötr bir içeriğe dönmesine neden olur.
Kolonların oluşturduğu bu aralık, aynı zamanda kente eklenen yeni bir katman olarak, Abdi İpekçi Parkı ile Kurtuluş parkı arasında uzanan ve kent zemininden 5m yukarıda konumlandırılmış bir yaya köprüsünü barındırır. İncesuyu takip eden kolonların oluşturduğu hacimsel sürekliliğin kullanım olasılıklarından biri olarak bu yaya köprüsü hem kentin iki önemli kamusal alanını birbirine bağlar hem de kentsel zeminden ayrışmış yeni bir zemin sürekliliğinin kurulmasını ve çevrenin farklı biçimlerde algılanmasını sağlar. Bu yaya köprüsü odak bir anma mekanı olmayan ve parklı parçaların bir araya getirilmesi ile tasarım alanın tümünü bir anma mekanına dönüştürmeyi hedefleyen bu tasarım için bu yaya köprüsü bir eylem sürekliliği sağlamaktadır. Atatürk Bulvarından bu köprüye gelen biri yeniden tasarlanmış su zemnibklerini ve buğday tarlalarını görür. devamında ikinci odak parça olarak önerilen etkinlik alanından geçer veya oraya iner. sonrasında pazar alanın üst kotundaki buğday tarlalarının yanından geçerek katlı otoparkın önündeki ağaçların arasından kurtuluş parkına varır. Bu yaya köprüsü üzerinde geçen zaman iki şey arasındaki buğday tarlaları, kolonlar gibi unsurları farklı bir yükseklikten görmenin ve ağaçların arasında yürümenin bir mekanı olarak zihinsel olarak farklı bir bağlamın tanımlamasını ve sağlık çalışanlarına yönelik anma mekanın tasarım niteliklerinden biri olarak alanın özelleşmesini sağlar.
Doğa ile kent arasında ilerleyen bu yaya köprüsü kentin kaotik yaya ve araç sürekliliğinden ayrılmayı/ kopmayı ve İncesu deresinin içinde/izinde olmanın bir aracı olarak tasarlanmıştır. Yatay ve düşey eksende kopma veya ayrışma sağlayan buğday tarlaları ve kolonların yanında bu yaya köprüsü kentten ayrışmanın mekanı olarak kurgulanmıştır. Böylece köprü üzerinde sadece bu üç tasarım unsuru ve kişisel zaman aralığı kalır ki bu köprüyü geçmek için harcanılan zaman buğdayın ekim ve hasat üzerinden tanımlanmış ritüelin yanında ikinci ve anlık oluşan deneyimi sürekli üreterek sağlık çalışanlarını anmaya yönelik içeriğin hareket, eylem ve anlar üzerinden tanımlanmasına neden olur.
Bu yaya köprüsü Atatürk Bulvarı yönünde yeniden tasarlanmış su ve buğday tarlalarının, etkinlik meydanının, pazar yerinin, odak meydanın ve katlı otopark sürekliliğinde oluşan akışın bir zemin sürekliliğinde bir araya gelmesine yöneliktir. Bu köprü üzerinde olmak bir taraftan kentin kamusal alanları arasında bir akış sürekliliğine katılmayı öte taraftan sağlık çalışanlarını düşünmeye, algılamaya, anlayıp yönelik bu tasarım problemin sonuçta oluşturması gerekli duygusal içeriği kurabilecektir. Böylece tasarımdaki parçaları zihinsel olarak bir araya getirmek ve önerilen tasarımsal ifadeleri, örneğin suyun akışına eklenmiş kolonları, fark etmek olası hale gelir.
Bitkilerin ve suyun tasarımı
Bu tasarım var olan mevcut ağaçları korur ve bunların yanına çınar ağaçları önerir. Aynı zamanda kentin gelişimine ve dönüşen kamusal ihtiyaçlara paralel olarak Abdi ipekçi parkındaki havuzları yeniden düzenler. Bu düzenlemede ağaçlar da havuzlar da buğday tarlalarını ve bir süreklilik oluşturan kolonları öne çıkarmak ve onlara bir arka fon oluşturma üzere yapılmıştır.
Sonuç
Bu tasarım Covid-19 salgını süresince görevleri uğruna yaşamlarını kaybeden sağlık çalışanlarını anma mekanını bir anıt olmanın ötesine taşımaya çalışarak anıtın alışıldık figüratif veya görsel nitelikleri; doğrudan verilmeye çalışılan anlamları ve bu nedenle ilk deneyim sonrasında kendini tüketme olasılığı olan doğrudan veya zorlama anlarımları reddeder. Zaman ve mekanın deneyimlenmesi üzerine kurulu kentsel ve ritüelik etkileşimleri ve anıları kuracak mekansal olasılıkları ve de bu alanı deneyimleyenlerin zihninlerinde oluşacak arı/yalın/arkaik/ilk imgeyi anmaya ait asal içerik olarak görür. Bu bağlamda, bu tasarım kentsel, mekansal ve anna mekanına yönelik içeriğin öncelikle kentlilerin zihninde/soyut mekanda ve anılar üzerinden üretmeye çalışır. Buğdayın ekim ve hasat edilmesi arasında geçen yıllık varoluş döngüsü, kentin kayıp nehri İncesu deresinin yeniden yapılandırılmasını sağlayan sabit ve hareketli kolonların oluşturduğu eşik yapı ve alanının bütününde parçalar olarak tasarlanmış ve her biri anna makanın anlamı olarak görülen su zeminleri, buğday tarlaları, pazar yeri, odak meydan, vb. gibi unsurların kurduğu bütünü anna mekanı olarak görür. Bu tasarımda “anma” insani duyguların yeniden hatırlanmasını ve temel insani duyguların hatırlanmasını ve dünyayla/doğayla girdiğimiz ve kazandığımızı sandığımız mücadelenin bizi getirdiği yeri anlamak üzerine kuruludur.
![]() | ![]() | ![]() |
---|---|---|
![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() |